10 Kasım 2014 Pazartesi

Şiddetin Karanlık Yüzünü Görmeye Hazır mısınız?

Tiyatro Hal’ in bu sezon dikkat çeken oyunlarından bir tanesi olan ‘Kırmızı’, faşizmin insanlar üzerindeki şiddetli baskısını çarpıcı karelerle sunan başarılı bir çalışma. Iraz Yöntem’ in yazdığı ve Güney Zeki Göker ile beraber yönettiği gösteri, Cezayir asıllı Fransız oyun yazarı Emmanuel Robles’ in ‘Özgürlüğün Bedeli’ oyunundan yola çıkılarak kaleme alınmış. Günümüz Türkiye’sinin geçmişinde yaşadığı faşist baskıları hatırlatan; bugünün politik/hukuki sistemine göndermeler yapan ‘Kırmızı’, gerçekçi işkence sahneleriyle, baskıların bir insanı nerelere sürüklediğini göstermesiyle dikkatleri üzerine çekmiş. Bundaki önceki yazılarımı okuyanlar hatırlayacaktır, Türkiye’de son dönemde yaşadığımız kaosa inat tiyatronun ‘politik’ anlamda sertleşmesi gerektiğini yazmıştım. Alternatif Tiyatrolar’ın öncülüğünde adeta yeniden tırmanışa geçen Politik Tiyatro, sistemin tüm dayatmasına karşı ayakta kalmayı sürdürüyor. Tabi bunda Tiyatro Hal gibi grupların elini taşın altına sokması çok önemli bir etki!

 Konuda bir polis merkezinde yaşanılan olaylar zinciri aktarılmış. Polisler tarafından gözaltına alınıp, işlemediği suçları kabul etmesi istenen sol görüşlü bir insan, aynı örgütte yer aldığı arkadaşlarının adını söylemesi şartıyla serbest kalacağı, ‘tanık koruma’ sistemiyle kendisine yepyeni bir hayat kurabileceği söyleniyor. Polislerin söylediği yalana kanmayıp onurlu direnişini sürdüren insanı kararından vazgeçirmek için, işkence odasının tam karşısındaki odaya sırayla masum insanlar getirilip acımasızca dövülüyor. Hatta öldürülüyor da! Masum insanların canına karşılık, istenilenleri yapmaya zorlanan adam kararından dönmüyor. Polislerin sürdürdüğü fiziksel/psikolojik baskı öyle bir noktada son buluyor ki, işte oyunun kırılma noktası o son bölüm.

 Konuyla ilgili fazlaca detay vermeden olayların işlenişine bakalım. Iraz Yöntem oyununu yazarken ‘öğretmen’, ‘hukukçu’, ‘gazeteci’… gibi meslek sahibi insanların hukuk sistemi karşısında yaşadığı haksızlıklara değinip, sistemli biçimde maruz kaldıkları işkencenin temeline inmeyi başarıyor. Yani faşist diktanın doğrularına karşı gelen kim varsa yok edilmeli, susturulmalı. Özellikle sol görüşlü gencin onurlu duruşu karşısında hayretler içinde kalan, çaresizlikten masum insanların hayatını pazarlık konusu haline getiren bir polis amiri aslında en büyük çaresizliği yaşayan kişi. Bedensel ya da psikolojik şiddet inançlı bir adamı yolundan çevirmek için yeterli değil. Sahnede yaşanılan olaylara toplumumuz yabancı sayılmaz. Düşünün onlarca gazeteci, hukukçu, eğitimci 1980 askeri darbesi sonrasında kıyımdan geçirilip, günümüze kadar süren yokoluşa maruz kaldılar. 2014 yılında Türkiye’de halen fiziksel ve psikolojik işkenceler devam etmekte, toplumsal refleks harekete geçmesin diye onlarca insan uluorta öldürülmekte. Gezi’yi hatırlarsanız söylemek istediklerimi daha net anlayabilirsiniz.

 Sahnede İsmail Karagöz, Onur Soyal, Berkan Bulut, Metin Taşyağan, Mert Türkoğlu, Özlem Akdoğan ve Hasan Hakan Yılmaz’dan oluşan muhteşem kadro var. İşkenceci polis amiri rolünde İsmail Karagöz’ ün olağanüstü performansı ‘Kırmızı’ nın en büyük artısı. Karagöz, rol psikolojisini öylesine muhteşem çözümlemiş ki, sahnede sadece görevini yapmak için ortaya çıkan bir isim yok; aksine karakterini birebir yaşayarak oynayan dev gibi oyuncu var. Dürüst olmam gerekirse oyun o’nun sırtında yükselmiş. Metnin her anını birebir yaşayarak oynayan bir ismi izlemek bizler için fevkalade etkileyici oldu. Grubun kendi içinde bütünsel başarı yakaladığı gerçeğini gözardı etmemeliyiz.

Iraz Yöntem ve Güney Zeki Göker’ in yönetimsel olarak oyuna yaklaşımları dört dörtlük. İki oda arasında süren işkenceler seyircileri oturduğu koltukta fazlasıyla rahatsız etmesine etti, ama bir yandan da insanları yaşadıkları gerçeklerle yüzleştirdi. Abartısız, sade algının neticesiyle kaliteli yapım olan ‘Kırmızı’ Tiyatro Hal’de seyircilerini bekliyor. Oyunu izlerken birçok noktada fiziksel ya da psikolojik olarak kırılma anları yaşayacağınızı garanti ederim.

Kirli Para (2014) The Drop

(Yaşam Kaya' nın yazısı www.sinematopya.com sitesindeki köşesinden alınmıştır)

 Filmekimi 2014 kapsamında sinemseverlerin karşısına çıkan ve bu hafta vizyona giren ‘Kirli Para – The Drop’ klişe mafya filmlerinin önüne geçmek için yeniyi deneme arzusu gösteren bir eser. Yönetmen Michaël R. Roskam ilk filmi “Boğa” (Bullhead) ile Belçika adına Oscar’a aday olmuş, isim olarak yakaladığı başarıyı yeni filmine aktarmak için yoğun çaba harcamış. Çabalama kavramı üzerinden gidişim, filmle ilgili beklentilerin hayal kırıklığına dönüşmesiyle ilgili. Bundan önce üç romanı sinemaya uyarlanan Dennis Lehane bu sefer senarist koltuğunda oturunca ister istemez sinema seyircisinin filmle ilgili beklentisi üst çıtalara çıktı. Hani deyim yerindeyse ‘projeye gözü kapalı güvenme’ cümlesini belleğine kazıyan çoğu izleyici için ‘Kirli Para’ birbirini takip eden klişe olayların gölgesini göstermekten öteye geçemedi.

 Konuda Barmen Bob sakin, sessiz, yalnız bir hayat içinde kuzeni Marv’la birlikte bir bar işletir. Kirli paraların aktarımında kullanılan barın Çeçen mafyası ile ilişkisi derin çetrefiller oluşturacak, bir çöpte bulunan köpek yavrusu Bob’u Nadia ile tanıştıracak, Nadia’nın karanlık sevgilisi Eric konuya dahil olacak, Bob’ un kirli işlerden arınma duygusu işleri tersine çevirecek…vs derken olaylar ‘az sonra neler olacak?’ sorusunu sormamıza neden olmadan kendi mecrasında akıp gidiyor. Sürükleyicilikten bahsetmiyorum, aksine konuyu az biraz tahmin ederek ilerlerken senaryonun ne denli sığ karakterlerle ilerlediğini görüyoruz.

 Polisiye film kategorilerini düşündüğümüzde, böylesi filmlerin belli noktalarda artık tıkandığını anlarız. Yani Çeçen mafyasından yola çıkıp ortaya karışık gerilim algısı yaratmak zekice bir düşünce değil. Yani Çehov’ un tiyatroda anlattığı gibi; ‘Eğer sahnede duran bir silah varsa, oyunun sonunda mutlaka o silah patlar’ fikri beyazperde için geçerli değil. Çeçen mafyasının görüntüsünü koyunca olayların içine gerilim yüklenmiyor. Ayrıca köpeğin üzerinden ilerleyen öykünün dönüşüm noktası ya da kırılma anı yönetmenin konuyu elinden kaçırmasına, hatta karakterleri bir daha toparlayamamasına sebep olmuş.

 Gel gelelim oyuncular için aynı oranda karamsar düşünceler içinde değilim. Geçen yıl aramızdan ayrılan usta oyuncu James Gandolfini ‘Marv’ ın sade aile büyüğü karakterini öylesine vurucu noktalarla oyunuyor ki, filmin toparlayıcı unsuru olduğunu her karede kanıtlıyor. Tom Hardy ise ‘Bob’ un ‘mihenk taşı’ olduğunu bilerek rolüne eğilmiş. Yönetmenin zayıf kalan konu bütünlüğü, iki oyuncunun profesyonel rol psikolojisi ile arada kaynar pozisyonda. Noomi Rapace’ ın ‘Nadia’ daki büyüleyici performansı, Bob’ un ön plana çıkmasında çok büyük etken. Kadınsı duruşun aksine, Bob ile Eric’ in yaşadığı gerilim dolu anlar oyuncunun karakterine karşı sorumluluk bilincine ne denli dikkat ettiğinin kanıtı. Tabi konuda bir türlü oluşmayan ‘gerilim’ oyuncuların kendi çabalarıyla meydana gelirken, yönetmenin konudaki başarısızlığı filmin sonuna kadar suratımıza çarpıyor.

 Filmi Belçikalı bir yönetmen yönetirken, anlatılan öykünün birden fazla kültürel kaosu içiçe sokması, Dennis Lehane gibi kaliteli bir yazarın sığ düzlemde senaryoyu kısa bir öyküden oluşturması Kirli Para için büyük eksi sayılır. Fakat oyuncuların kalitesine baktığımızda film öyle elimizin tersi ile bir kenara itilecek yapım olmadığını kanıtlıyor.

7 Kasım 2010 Pazar

Manik Tik Dildo “Vay Arkadaş” Dedirtiyor (!)

Yaşam Kaya' nın yazısı Film.tr Sitesinden Alınmıştır

Son dönem sinema yaşantımızda karşımıza çıkan “senaryo” problemi gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ödül alan İlksen Başarır ve Mert Fırat “Atlıkarınca” filminde duygusal bir aile trajedisi yaratarak istediklerini elde etmişlerdi. “Komedi” konularının gün geçtikçe azaldığı sinemamızda “Vay Arkadaş! Manik, Tiki, Dildo” komedi (!) ağırlıklı bir film anlayışının ürünü olarak 5 kasım cuma günü sinemalarda vizyona giriyor.

Film, her ortamda her durumdan kendisine potansiyel belalar çıkaran Manik’in (Ali Atay), etliye sütlüye pek dokunmayan, içine kapanık imam hatip lisesi mezunu Tik’in (Fırat Tanış), yüksek egosuyla cezbeden Kazanova karakterli Dildo’nun (Mete Horozoğlu), erkek gibi yetiştirilmiş komiser kızı Nil (Demet Evgar) ve arkadaşı Sevtap (Pamela Spence) ile kesişen hikayelerini anlatıyor. Bu anlatım bilindik son dönem popüler sinema filmleriyle birebir olmasa da anlatım tarzı olarak epeyce kesişiyor. Metropol yaşantısının arka planında kalmış karakterlerin yaşam öyküleri, mafya içi hesaplaşmayla birleşince ortaya çatışmalarla dolu bir öykü çıkıyor. Babalarını kurtarmak için kendilerini hiç beklemedikleri olayların içinde bulan üç kardeş ve onların çevresinde dönen olaylar filmin ana noktasını oluşturuyor.

Filmde Mete Horozoğlu, Fırat Tanış, Ali Atay, Demet Evgar, Pamela Spence, Mustafa Üstündağ, Bihter Dinçel, Rasim Öztekin, Erdal Tosun gibi isimler rol alıyor. “Vay Arkadaş – Manik, Tik, Dildo”nun yönetmenliğini, ödüllü yönetmen Kemal Uzun ile Ahmet Kayımtu üstlenmiş. Müziklerini Multitap’in hazırladığı filmin senaryosu ise Caner Güler ile Geniş Aile dizisinin yazarı Cüneyt İnay’a ait.

Cüneyt İnay’ ın genç kuşak senaryo anlayışı filmin tamamına hakim. Gerçi, sinema ile dizi senaryosunun –konuşma üslubu olarak- aynı noktada birleşmesi, komedinin küfürlü diyaloglarda ortaya çıkışı İnay’ ın bizlere ne anlatmak istediğini sorgulatıyor! Filmde dini bütün, çapkın ve sinirli karakterlerin yarattığı diyaloglar argoya fazla boğulunca, “komedi” karakterlerin yapısında değil, günlük küfürlü konuşma dilinde belirginleşiyor. Bu durum evet popüler kültürü etkileyerek salonlara çeker, ama ne oyuncuları ne yönetmeni ne de senaristi sinema anlayışı olarak ileriye götürür! İzleyiciler sadece günü kurtaran bir anlayışın perdelere yansımış halini görür!

Demet Evgar’ın striptiz sahnesi harici filmde gözükmemesi; Mete Horozoğlu’ nun ve Rasim Öztekin’ in gayreti; Fırat Tanış’ın mükemmel performansı filmdeki “komedi” vurgusunu geri plana itiyor. Fırat Tanış, tek başına filmi sırtlanmış, ama yönetmenin konuyu fazlaca yayarak sunma isteği diğer oyuncuların rollerini gölgelemiş. Senaryonun fazlaca basit bir örgüye sahip olduğunu düşünürsek, film için net şunu diyebiliriz: “Vay Arkadaş! Manik, Tik, Dildo” popüler kültüre hitap eden vasat senaryosuyla sinemalarda yerini alıyor!